“12-13 açık ağızı uzat!” dedi ağzındaki sigaradan dolayı anlaşılmaz bir sesle. Dikkatle otobüsün altında yatan ustasını takip eden Ezgin, elini hızlıca alet çantasına atıp, uzattı... Uzatır uzatmaz, 12-13 yıldızı dükkanın kapısına uçarken gördü. Hemen alet çantasına tekrar dalıp ustasına 12-13 açık ağızı verdi. Açık ağızla yıldızı hep karıştırıyordu. Halbuki ustası çok güzel anlatmıştı. “Yıldız kapalı bir yuvarlak. Açıkağız adı üstünde açık yuvarlak.” Ustasının söylediklerini hatırlamaya çalışırken Ezgin’in gözleri kabuğuna çekilen kaplumbağa gibi kısılmıştı. Herhangi bir duygusal tepkide kısılırdı gözleri. Yörüktü. Şahsına münhasır bir çekikliğe sahipti.
Ezgin, esmer tenli kemikleri sayılacak kadar zayıf bir çocuktu. 18 yaşından gün almıştı. 8 yaşından gün aldığı sabah annesine “günaydın” diyememesiyle hayatı değişmişti. O gece kabus görmüş, kabustan etkilenip dili tutulmuştu. Olayı farketmesiyle Topal Hasan’a götürmüştü babası. Topal Hasan, içinde Hipokrat’a karşı devrim bildirisi içeren kağıt parçasını aç karnına bir bardak su ile içmesini tembihleyip bir de muska takmıştı 2 numara Seher Yıldızı beyaz atletine. Hastalığın adı “Allah’tan gelen bir şey” idi. Topal Hasan ultraviyole ışınlarına sahip gönül gözünün uyguladığı tahlil sonuçlarını böyle açıklamıştı Ezgin’in babasına. “Yavaş yavaş geçecek, sebat etmek gerek.” diye de eklemişti.
Çocukluğu iyi bir dinleyici olarak geçti Ezgin’in. Gerekmedikçe konuşmadı. Konuştuğunda da genelde acınası bir tepkiye maruz kaldığı için konuşmamayı tercih etti 14 yaşına kadar. 14 yaşında rehberlik öğretmeni babasını çağırdı. Konuşma problemi olduğu için zeka geriliğinin de başlayabileceğini bu yüzden ekseriyetle tedavi olması gerektiğini söylemişti.
Ezgin’i doğan SLX’in arka koltuğuna oturtup, şoför koltuğuna geçen babası, İkinci Topal Hasan çıkartmasını başlatmıştı böylelikle. Topal Hasan kırık-çıkıkçıydı ancak son zamanlarda “Allah’tan gelen” diyerek kavramlaştırdığı psikolojik rahatsızlıklara da bakıyordu...
Kasabadan uzak, belediyenin hususi olarak araba yolu yaptığı, bir dağın başında oturuyordu Topal Hasan. Kasabalının bu konudaki yorumu; “Hikmeti bol eli uzundu Topal Hasan’ın.” Beş kızı vardı. Beş kızı da evlenmemiş, hemşireliğini yapıyorlardı. Ezgin ilk gittiklerinde dedesinin yanına gidiyorlarmış gibi hissetmişti ancak bu defa ürküyordu. Yolda giderken korkmaya başlamıştı. Ezgin’in arkadaşı Halit, Topal Hasan hakkında korkunç hikayeler anlatıp canını sıkmıştı. Halit’in duyduklarına göre düşünceleri okuyabiliyordu Topal Hasan. “Sakın ayıp şeyler düşünme ha!” diye iki kez tembihlemişti Ezgin’i.
Çam ağaçlarının içinden geçerken karnı erik erik ağrımaya başlamıştı. Düşüncelerini kontrol etmeye çalışıyordu. Halil Usta’nın bir türlü cızırtısını kesemediği radyoda, iki kere “Dağlar kızı Reyhan” dinlediler.
Topal Hasan, Ezgin’i okuyup üfledikten sonra dudaklarını bükerek babasına, Ezgin’i bir yere çırak olarak vermesini tembihlemiş hastalığı yüzünden okulda başarılı olmasının zor olduğunu söylemişti. Ama eninde sonunda geçecekti...
Babası Topal Hasan’ın telkinlerine uyarak “Oto Elektrik” alanında yolculuğunu belirlemişti Ezgin’in.
Halil Usta, kasabanın küçük sanayi sitesinde tek oto elektrik ustasıydı. Otomobilden çok anlamazdı, tahsilini otobüsler üzerine gerçekleştirmişti. Dönemin her sanayii ustası gibi tıknaz kısa boylu bir adamdı. Ezgin’i yetiştirip kalfa ilan etmek tek amacı olmuştu. İyi usta, yaptığı işin kalitesinin yanında kaç çırağı kalfa yaptığıyla da ünlenirdi. Küçük turizm kasabasının tek oto elektrikçisi olmasına rağmen hep içinde şüphe ile dolaşırdı Halil Usta. Ya biri gelir de işlerine rakip olursa... Düşüncesi bile yiyip bitiriyordu onu. Ezgin’in acilen yetişmesi lazımdı. Hatta altına bir çırakta gerekirdi ama ona daha vakit vardı. Pişmesi gerekiyordu biraz daha.
“Ulan 2 yılda bir açıkağızla yıldızı öğretemedim ya, yazıklar olsun bana” diyerek 302’nin marş dinamosuna iki tokat attı Halil Usta. Halil Usta Ezgin’e kızarken kendini suçlardı hep. O da üzülüyordu durumuna. Elden bir şey gelmezdi. Allah’tan gelen çekilirdi. Marş dinamosuna tokat atarken sağ ayağındaki terliği fırlamıştı Halil Usta’nın. Zaten ne zaman bir otobüsün altına yatıp, marş dinamosu sökmeye kalksa o terliklerinden biri çıkardı. Her seferinde fırlattığı terliğini çıplak ayağıyla aramaya kalkar bulamazdı Halil Usta. Ezgin’in de en sevmediği işlerden biriydi Halil Usta’nın fırlayan terliğini bulup giydirmek. Yapacak bir şey yoktu. Eti Halil Usta’nın kemiği babasınındı. Önce dükkan kapısına fırlayan 12-13 yıldız anahtarı aldı. Sonra otobüsün tamponunda asılı kalan terliği.... Halil Usta, çürük diş çeker gibi alıp çıkarmıştı 302’nin marş dinamosunu. Mengeneye bağlarken Gönenli gelmiş “Kolay gelsiiiiin” diyerek içeri girip, Halil Usta’yı seyre dalmıştı. Gönenli, otobüsün şoförü idi. “Ezgin, oğlum iki çay kap gel bize, kendine de tarçın al, ya da ayran mı içsek??? Yok ya sen bana da tarçın al, üç tane tarçın al gel...” dedi ağzında sigarayla Halil Usta. Bazen çok hızlı konuştuğu için hiçkimse ne dediğini anlamazdı. Biri anlamadım der gibi kafasını salladığında da daha çok sinirlenirdi. Gönenli tanıyordu Halil Usta’yı gülüp geçerdi böyle olunca. Ezgin dükkandan çıkarken radyoda İbo “bir kulunu çok sevdim” diyordu.
Halil Usta mırıldanarak eşlik ediyordu İbo’ya. Gönenli dikkatle Halil Usta’yı izlerken “Sesi güzel olsa kaç yazar vatan millet bilmeyen adama sanatçı mı derim ben , he usta yanlış mıyım?” dedi. Gönenli öyle deyince çaktırmadan radyonun sesini kıstı Halil Usta. “Neyi varmış bizim ihtiyarın?” diye sordu Gönenli. “Kömürleri bitmiş, lehim ısınsın bi yarım saate yarabbi şükür der senin ihtiyar” dedi muzip bir ifade ile Halil Usta.
Ezgin bu sırada sigara dumanlarının içinden geçip Yakup’a ulaşmıştı. Çaycı Yakup, bir çay bardağına doldurduğu sıcak suyu diğer iki bardakla doldur boşalt ederek ısıtıyordu bardakları. Kırmızı kutudan üçer çay kaşığı toz tarçın koyup sıcak suyu basmıştı bardaklara. Tarçınlar hazırdı. Ezgin yuvarlak tepsiye koyduğu tarçınları dökmeden götürmeye çalışıyordu. “İçine bakma, içine bakarsan dökersin” demişti Halil Usta. Ezgin o günden beri içine bakmamıştı bardakların.
Dükkana girdiğinde haberler başlamıştı radyoda. Kısık radyo sesinde “...artık metal yorgunluğu yok...” diyordu cumhurbaşkanı. Halil Usta tarçınından bir yudum aldıktan sonra havyanın ısınıp ısınmadığını kontrol etmek için dudağına yaklaştırdı. Bu tekniği Halil Usta’nın ustası öğretmişti Halil Usta’ya. Bu çoğu ustanın bilmediği bir teknikti. Havyayı dudaklarına 5-10 santimetre kala sıcaklığı hissedersen havya lehim yapmaya hazır anlamı taşırdı. Halil Usta’nın ustalık belgesinin yanında ustasının sert bakışlı bir fotoğrafı vardı. Ezgin bunu görünce kafasını duvardaki ustalık belgesinin yanında duran fotoğrafa çevirmişti. Ezgin ne zaman bu fotoğrafa baksa aklına Topal Hasan gelirdi. Ürkerdi... Büyük ustanın ilginç bir hikayesi vardı. Halil Usta kalfa iken bir sabah dükkanı açmaya geldiğinde ustasını kendini asmış bir şekilde bulmuştu. Polisin uzun süren araştırmasından sonra kendi canına kıydığı tescillenmişti ancak Halil Usta buna hiçbir zaman inanmamıştı. “Borcu yok derdi yok tasası yok, çok mülayim bir ailesi var bir insan kendini niye asar?” demişti polislere. Polisler psikolojik rahatsızlığı olabileceğini söylemiş hatta başkomiser “metal yorgunluğu” olabilir demişti. Halil Usta anlam veremese de “Metal yorgunluğundan gitti benim ustam.” derdi konusu açılınca. Ezgin lehim kokusuna bayılıyordu. “İçine çekme lehim kokusunu” demişti ustası ama çok sevmişti ilk duyduğunda o kokuyu. Halil Usta kalp cerrahı edasıyla marş dinamosunun kömürlerini değiştirmiş, dinamoyu yeni doğan bir çocuk gibi kucaklayıp otobüsün altına girmişti bile. Gönenli’de boş tarçın bardağını tezgaha bırakmış otobüse doğru yürüyordu.
Ezgin ustasının dağınık bıraktığı tezgahı toparlarken kısık sesli radyoda “Dağlar kızı Reyhan” türküsünü duydu. Çaktırmadan radyonun sesini açtı. Tarçınından bir yudum aldı. Hala soğumamış havyada lehim eritti. Bir an için tezgahın arkasında müşterilerini uğurlayan usta gibi hissetti. Ufak ufak dans ederek tezgahı topluyordu. Halil Usta’nın “Cırcır tornavidayı uzatsana Ezgin” dediğini duymadı. Şarkıya kaptırmıştı kendini. “Güzeller güzeli Reyhan, Reyhan” derken Nesrin Sipahi, Ezgin’de “Reyhan” diye eşlik ediyor bir yandan da lehim eritiyordu. Tam bu sırada ayak parmaklarına sıcak lehim düşürdü. Acıyla kıvrandı. Gözleri yine kaybolmuştu. Halil Usta bağırıyordu. "Ezgiiiiiiiiin, gel buraya buraya gel şu cırcırla terliği ver!" Ezgin ayağına gres yağı sürdükten sonra kafasını kaldırıp Halil Usta'ya baktı. Halil Usta dinamo ile cebelleşirken yine terliğini düşürmüş çıplak ayağıyla terliğini arıyordu. Ezgin topallayarak ustasının yanına gitti. Cırcır tornavidayı ustasına uzattı. Terliğini giydirdi. Radyoda naif bir kadın sesi "Ege parçalı çok bulutlu" diyordu...
Comments