top of page

Mikrofiber

Mavi önlüğünü giydi. Bonesini taktı. İtina ile lateks eldivenlerini ellerine geçirdi. Her seferinde ameliyata hazırlanan bir doktor gibi hissediyordu. Hoşuna gidiyordu. Aynaya baktı.Kendini beğendi. Saçlarını düzeltmeye yeltendi. Eldivenle dokunduğunu fark edip ellerini çekti, hemen ellerine kolonya döktü. Eldivenleri kokladı. Kötü kokuyordu. Eldivenlerini değiştirdi. Ruhi, normalde bir bahçıvandı. Dört kardeş Van’dan İstanbul’a gelmişlerdi. Kardeşlerinin üçü de inşaat sektöründe çalışıyordu. Yani biri sorarsa inşaat sektöründe çalışıyorlar diyordu. Karşısındaki de inşaat mühendisi felan zannediyor, hangi inşaat şirketinde çalışıyorlar diye soruyu devam ettirebiliyordu. Ruhi’nin çok hoşuna gidiyordu bu konuyu uzatmak. Aslında yalan söylemiyordu. Sadece farklı kavramlarla ifade ediyordu. Elbette konuşma, sonunda işçi olduklarına bağlandığında; “Yahu desene kardeşim amele diye ne diye uzatıyorsun konuyu!”

gibi bir sitemle kapanıyordu. Bahçıvanlık mesleğini çok sürdüremedi. Aslında bir ara işleri çok iyiydi. Aynı semtte üç villaya gidiyordu. Üç villanın sahipleri aynı anda yurtdışına kaçınca işsiz kaldı. O yüzden temizlik sektöründe işe başlamıştı... Bel kemerini taktı. Bunu yeni almıştı. Üzerine bezini, camsilini ve diğer temizlik malzemelerini takabileceği çok amaçlı bir kemerdi. Askeri taktik kemeri de deniyordu bunlara. Ruhi tüm bunları yaparken mesai arkadaşlarına gözü takıldı. Terasta sigara içip Ruhi hakkında konuşuyorlardı. Canı sıkıldı. Tekrar aynaya baktı. Keyfi yerine geldi. Mesai başladı. Profesyonel bir kararlılıkla masaları dolaştı. Sağ elinde sarı bezi, sol elinde tepsiler... Hayranlıkla seyredilecek bir hızla temizliyordu. Her restaurantın tepsilerini kategorileştirerek topluyordu. Boşları topladıktan sonra kullandığı sarı bezin epey kirlendiğini fark etti. Masa temizleme işlerini büyülü bir eda ile bitirip sarı bezini yıkamak üzere lavaboya gitti. Lavaboya girer girmez sağ tarafında çöp kovasının yanında kullanılmış ve atılmış kağıt peçeteleri fark etti. Gözlerini kapatıp boynunu çevirdi. Ruhi’nin sinirlendiğine delalet olan en önemli jestiydi. Onun dışında da fiziksel olarak karakteristik özelliği yoktu. Düz bir adamdı. Sensörlü makineye elini uzattı ancak eldiven yüzünden sensörün çalışmadığını düşündü. Sağ elindeki lateks eldiveni çıkarıp, elini tekrar sensöre yaklaştırdı. Sensör yine çalışmadı. Bozulmuştu. Hep bozuluyordu. Aslında Ruhi’nin tek derdi; sinirlenmesine sebep olan pis peçeteleri başka bir peçete yardımı ile alıp çöpe atmaktı. Hışımla lavabodan çıktı. Malzeme odasına gitti. Bir top kağıt peçete ve üzerlerine kırmızı bir kalemle “R” yazılmış süpürge ve faraşını aldı. Lavaboya dönüp sensörlü makinenin üstüne bir top kağıt peçete bıraktı. Yere atılmış peçeteleri faraşına toplayıp çöpe attı. Tam bu sırada sağ elinde eldiven olmadığını gördü. Kendine kızdı. Süpürge faraşı kenara bıraktı. Kirlenen sarı bezini temizlemeye çalıştı ancak artık temizlenmiyordu. Sarı bez artık sarı değildi. Ruhi için bu bir kaostu. Çünkü avm’de müdürüne karşı savaş halindeydi. Her konuda olduğu gibi bu konuda da arkadaşları tarafından desteklenmiyordu. Arkadaşları Ruhi’ye “sıkıntılı manyak” diyorlardı. Aslında Ruhi’nin müdürden tek talebi sarı bezlerden kurtulup mikrofiber beze geçmekti. Bel kemerinden küçük bir çöp poşeti çıkardı. Temizleyemediği sarı bezini, numune edasıyla poşete koydu. Müdürle tekrar bir konuşma yapmayı düşündü. Bel kemerinden yeni bir çift eldiven çıkarıp ellerine geçirdi. Yine çok güçlü hissediyordu. Ruhi sigara içmezdi. O yüzden molalarında genelde bi bardak çay alır, herhangi bir restaurantın boş birself servis masasında oturup zemin temizleme makinelerini izlemeyi severdi. Çok değişik bir şey diye düşünür, bu makinadan bir tane de bana tashih edilse tüm avm’yi bal dök yala yaparım diye düşünmeden edemezdi. Aslında onun dikkatini, makinanın altındaki üç aksta hareket edebilen fırçaları çekiyordu. Bir dans gösterisi gibi geliyordu ona. Saatlerce oturup izleyebilirdi. Gözden kaybolana dek takip etti. Telefonu titredi. Facebook bildirimi gelmişti. Çalışma arkadaşı Hasan, facebook grubuna “Büyük RaCoN! Yaşar Usta’dan patrona efsane ayar!” başlıklı bir video atmıştı.Molasının bitmesine 3 dakika vardı ve videoyu açtı. Dikkatle izledi. Aklına bez meselesi geldi. Aynaya baktığında hissettiği gücü tekrar hissetmeye başladı.

“Bu dördüncü... Yine kirden gözükmüyor kör olasıca. Hayır madem böyle bir şey yapıyorsun neden sarı yapıyorsun ki? Siyah yap bari kirlendiğini görmeyelim. Ama suç bizde, elimize ne verirlerse onunla yetiniyoruz. Ben dayanamayacağım.” dedi Hasan’a. Hasan neyden bahsettiğini anlamamış gibi baktı. Ruhi karar vermişti bir kez daha müdürle konuşacaktı. Kararlı adımlarla müdürün odasına gitti. Kapıyı çaldı. İçeri girdi.Müdür 35 yaşlarında Ruhi’den genç bir adamdı. “Bak müdürüm! Sana iki çift lafım var. Koskoca adamsın. Paran var, pulun var, mevkiin var, herşeyin var. Yüzlerce kişi çalışıyor emrinde. Yakışır mı sana, senin heybetine... Sarı bezden başka bir bez bilmiyor, AVM’nin parasını çarçur ediyor mu dedirteceksin kendine? Hem hesaplı, hem de dayanıklı; Mirkofiber bez alalım. Alalım ki hem her hafta sarı bez almaktan kurtulalım hem de her yer daha temiz olsun...” Ruhi bir anda irkildi. Bu cümleleri edebildiğine şaşırmıştı. Müdürün arkasında ayna vardı. Ruhi’nin gözleri aynaya takıldı. Çok güçsüz hissediyordu. Müdür iki dudağını, ortasından kırılan bir kıta gibi ayırarak; “Sen kimsin de benimle böyle konuşuyorsun lan hadsiz!” dedi. “Sen nasıl sen dersin bana ya, sen kim oluyorsun!” diye ekledi ve devam etti; “Size bir türlü öğretemedim siz demeyi. Bu sondu Ruhi! Çok kaşındın. İşine önem veriyor diye bunca zaman ses etmedim ama yetti. İlk önce müdürünle nasıl konuşulacağını öğren. Tutturmuşsun bir mikrofiber bez. Devlet meselesi yaptın amınakoyayım. Sanane yahu sanane. Biz iskele başımıyız burada. Elbette yapıyoruz bunun hesabını. Sen de işini yapacaktın. Ama bitti. Topla pılını pırtını. Git muhasebeye bugünden itibaren ödesinler ne kaldıysa. Sendemikrofiber bez veren bir yerde çalışırsın artık.”

Ruhi bir anda kendini arkadaşlarının yanında bel kemerini çıkarırken buldu. Arkadaşları kurtuluyoruz bu manyaktan dermiş gibi bakıyorlardı Ruhi’ye. Çok yalnız hissetti. Tek cümle dahi kuramamıştı müdüre buna ayrı canı sıkılıyordu. Hasan’a kızdı. Yaşar Usta’ya kızdı. Eşyalarını üzerinde “Escape Sport” yazan çantasına doldurdu. Bir anda tüm enerjisi gitmişti ve artık işsizdi. Muhasebeye gitti. Kalan parasını banka hesabına yatıracaklarını söylediler. Avm’den yavaş adımlarla çıkarken gözü zemin temizleyici makinaya takıldı. Müdürün yanından çıkarken numune olarak bir poşete sardığı sarı bezi düşürdüğünü hatırladı. O sarı bez zemin temizleyici makinanın fırçasına takılmış sürükleniyordu... Gidip almak istedi ama yapamadı. Ayakları avm’nin dışına dışına gidiyordu sanki... “O, koskaca 5 katlı AVM'nin temizlik işlerinden sorumlu genel müdürüymüş. Bunun için 4 sene işletme okuyup, hızını alamayıp yurtdışına gidip, toplumsal mekanlarda hijyen denetimi eğitimi almış. Her yiğidin harcı değilmiş 4 sene okumak. 4 sene okuyanların hayatı kurtulurmuş ama 4 sene okumakta çoğu zaman yetmezmiş. Yurtdışında tahsil... Ekseriyetle batı ülkelerinde. Çok önemliymiş. Siktiğimin gavatı. Tahsil yapmıştı bi sarı bezle mikrofiberi ayırt edememiş.” dedi arkadaşı Salim’e. Salim orta yaşlarda çay ocağında çalışan memleketlisiydi Ruhi’nin. “Çayını tazeleyim.” dedi. Ruhi’yi dinlemediği her halinden belliydi. Ruhi’nin bardağını alıp çay ocağına yürüdü. Ruhi gözlerini kapatıp boynunu çevirdi. Tam o sırada çay ocağının lavabo kısmında özenle katlanmış ancak üzerinde salça lekeleri olan sarı bez dikkatini çekti. Salim elinde çayla gelirken Ruhi’nin daldığını fark edip; “Tamam be bilader takma kafana, sana iş mi yok? Buluruz bir çaresini.” diyerek teselli etmeye çalıştı. Ruhi’nin gözleri büyümüştü. Salim’i duymadı bile. Uzun uzun sarı beze bakakaldı...

88 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page